Meddah, eski zamanların hikâye anlatıcısıdır. O, halkı güldürür, düşündürür, bazen de hüzünlendirir. Tek başına sahneye çıkar. Ne dekoru vardır ne de yardımcı oyuncusu. Sadece bir baston ve bir mendil taşır. Ama sahnede her karakteri canlandırabilir.
Osmanlı’da meddahlar kahvehanelerde toplanırdı. İnsanlar çevresine oturur, hikâyeyi dinlerdi. Meddah konuşmaya başlamadan önce besmele çekerdi. Sonra hikâyesine uygun bir giriş yapardı. Her meddahın kendine has bir üslubu olurdu. Kimi taklit ustasıydı, kimi sesini çok iyi kullanırdı.
Meddah hikâyelerini doğaçlama anlatırdı. Bazen gerçek olaylardan bahsederdi, bazen hayali kahramanlar yaratırdı. Ama her hikâyenin bir mesajı olurdu. İyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı gösterirdi. İnsanlara ders verirken onları eğlendirirdi.
Meddahın en büyük silahı sesiydi. Sesini inceletir, kalınlaştırır, bazen bir çocuğa, bazen yaşlı bir adama benzetirdi. Kahramanları konuştururken bir anda ses değiştirirdi. Dinleyenler sahnede tek kişi olduğunu unuturdu.
Baston en önemli aksesuarıydı. Bazen bir kılıç olurdu, bazen bir asa. Kimi zaman bir kapının tokmağına dönüşürdü. Bazen de bir atın dizginlerine. Meddah, bastonuyla her sahneyi canlandırabilirdi.
Mendil de sık kullanılırdı. Bir şapka olur, bir bayrak gibi sallanırdı. Kimi zaman gözyaşı silmek için kullanılırdı. Kimi zaman da hikâyedeki bir nesneyi temsil ederdi. Küçük bir mendille büyük bir dünya kurardı.
Meddahın anlattığı hikâyeler çeşit çeşitti. Kimi kahramanlık öykülerini anlatırdı. Kimi Nasreddin Hoca fıkralarını. Kimi ise halk arasında dolaşan efsaneleri sahneye taşırdı. Bazen de günlük olayları alaycı bir dille anlatırdı. Devlet yöneticilerini eleştirdiği de olurdu. Ama bunu öyle ustaca yapardı ki kimse alınmazdı.
Bir meddah, izleyicisinin dikkatini çekmeliydi. Bunun için yüz ifadelerini çok iyi kullanırdı. Bir kral gibi kaşlarını kaldırır, bir dilenci gibi boynunu bükerdi. Kimi zaman öfkelenir, kimi zaman kahkahalar atardı. Onun oyunu, kelimelerle çizilen bir resimdi.
Meddah, dinleyicisini oyunun içine çekerdi. Hikâyenin en heyecanlı yerinde durur, bir süre sessiz kalırdı. İzleyiciler merak içinde beklerdi. Sonra aniden devam ederdi. Böylece herkes dikkat kesilirdi.
Osmanlı’da meddahlık bir sanattı. Herkes meddah olamazdı. Usta-çırak ilişkisi vardı. Genç meddahlar, ustalarının yanında yetişirdi. Hikâye anlatmayı, taklit yapmayı, sesi kullanmayı öğrenirdi. Meddah olmak için bilgi şarttı. Halkın kültürünü bilmek gerekirdi. Tarih, edebiyat ve mizah bir arada olmalıydı.
Ramazan aylarında meddahların değeri daha da artardı. Teravih namazından sonra kahvehaneler dolup taşardı. İnsanlar meddahın çevresinde toplanır, saatlerce hikâyeler dinlerdi. Meddahın sesi, kahkahayla karışırdı.
Ancak zamanla meddahlık sanatı önemini kaybetti. Sinema, tiyatro ve televizyon yaygınlaştı. İnsanlar eskisi kadar kahvehanelerde toplanmaz oldu. Hikâyeler değişti, anlatıcılar değişti. Ama meddahların mirası unutulmadı.
Günümüzde meddahlık tekrar canlandırılmaya çalışılıyor. Festivallerde, özel etkinliklerde meddah gösterileri yapılıyor. Bazı sanatçılar eski meddah hikâyelerini sahnede canlandırıyor. İnsanlar hala bu sanata ilgi duyuyor. Çünkü meddahlık, sadece bir hikâye anlatmak değil, aynı zamanda bir kültürü yaşatmaktır.
Meddah, sahnede tek başına olsa da aslında koca bir dünya yaratır. Onun sözleriyle geçmiş canlanır, kahramanlar hayat bulur. Bir baston ve bir mendille insanları güldürmek, düşündürmek, hatta bazen hüzünlendirmek… İşte bu, gerçek bir sanatın göstergesidir.
4o