Ahmet, babaannesinin köy evini satmaya karar verdiğinde, evin tavan arasına çıkıp kullanılmayan eşyaları toparlamaya başladı. Tahta merdivenlerden tırmanırken her basamak gıcırdıyor, ahşap duvarlar yılların tozunu içinde saklıyordu. Güneş ışığı, küçük bir pencereden içeri süzülüyor, eski eşyaların üzerine nostaljik bir parıltı bırakıyordu. Ahmet’in dikkati, köşede duran ağır, işlemeli bir sandığa takıldı. Yıllardır kimsenin dokunmadığı belliydi; toz tabakası o kadar kalındı ki, üzerine parmağıyla bir çizgi çektiğinde iz kaldı.
Sandığın kapağını açarken hafif bir gıcırtı duyuldu. İçinde, Osmanlıca yazılmış sararmış mektuplar, eski bir fes ve solmuş bir fotoğraf vardı. Fotoğrafı eline aldığında şaşkına döndü. Çerçevesi çatlamış, köşeleri kıvrılmış bu eski fotoğraftaki adam, tıpkı kendisine benziyordu! Kendi yüzüne dokunarak aynadaki yansımasını kontrol etti. Tesadüf müydü? Yoksa kaderin garip bir cilvesi mi?
Merakı iyice artan Ahmet, mektupları okumak için onları Osmanlıca bilen bir hocaya götürdü. Yaşlı hoca, gözlüğünü takıp ilk mektubu dikkatlice açtı. Kıvrımlı hatlarla yazılmış satırları okudukça gözleri büyüdü. “Bu mektuplar, 19. yüzyılda Afrika’ya görevli olarak gönderilen Osmanlı memurlarından birine ait,” dedi. Ahmet’in kalbi hızla çarpmaya başladı. “Adı ne?” diye sordu sabırsızca.
Hoca, kağıdın köşesini düzeltti ve yavaşça okumaya devam etti. “Mehmet Cemal Efendi…’’
Ahmet bir an duraksadı. Bu isim ona yabancı gelmiyordu. Babaannesi, çocukken ona ‘Cemal dedenin hikâyelerini’ anlatırdı. Ama ailenin en yaşlı üyeleri bile onun akıbetini bilmiyordu. Sonunda kaybolduğunu ve geri dönmediğini söylerlerdi. Mektupları dikkatlice incelediklerinde, Cemal Efendi’nin Osmanlı tarafından Sudan’a gönderildiği, ancak dönüş yolunda kaybolduğu ortaya çıktı. Aile yıllarca ondan haber alamamış, ancak mektuplar gösteriyordu ki, o Sudan’da bir hayat kurmuş ve orada yaşamaya devam etmişti.
Ahmet, geçmişin izlerini takip etmeye karar verdi. Sudan’a bir yolculuk planladı. Başkent Hartum’a ulaştığında, elinde dedesinin yazdığı mektuplarla yerel arşivleri inceledi. Uzun araştırmalar sonucunda, dedesinin burada bir aile kurduğunu ve soyunun hala yaşadığını öğrendi. Onun torunlarıyla tanıştığında gözleri doldu.
Yıllar sonra, bir sandık onu hiç bilmediği ama ait olduğu bir hikâyeye bağlamıştı. Ahmet, geçmişin kayıp halkalarını bulmuş, kendi kökleriyle yepyeni bir bağ kurmuştu.