Çocukluğu Unkapanı’nda geçen Evliya Çelebi gelmiş geçmiş en büyük halk yazarılarımızdan birisidir. Kendi yazdıklarına bakılırsa doğduğunda kulağına ezan okunduktan sonra zamanın “Dede” lerinden Doğani Dede tarafından, “Bu oğlan cihanda bizim uçurtmamız olsun çok gezsin, çok görsün” diye havaya atılmıştır. İhtimal ki Evliya Çelebi o zaman tayyare, balon, planör gibi araçlar olmadığından “kuş misali” uçamamış ve seyahatlerini tabana kuvvet yapmıştır. Gezilerini kimi zaman yaya, kimi zaman at üstünde tamamlayan Çelebi, geçirdiği bir deniz kazasından sonra derya üzerinde yolculuktan hep kaçmıştır.
Tarihi iyice karıştırdığımızda görürüz ki, bu dünyadan durmak bilmeyen iki kişi geçmiştir. Birisi Marko Polo, diğeri de Evliya Çelebi’dir.
Bizim seyyahımızın babası, Kanuni zamanında sık sık sefere çıkan Derviş Mehmet Efendi’dir. Belgrad, Rodos, Budin, Zigetvar savaşlarında bulunmuştur. Ünvanı ise Kuyumcu Başı’dır. Anası, Melek Ahmed Paşa’nın babası tarafından büyük bir cariye kafilesi ile İstanbul’a getirilen ve Birinci Ahmed’e takdim edilen bir Abaza güzelidir.
Evliya Çelebi, mahalle mektebini bitirdikten sonra devrin tanınmış âlimlerinden Ahteş Efendi’den yedi yıl talim terbiye görüp, şairlerle can yoldaşlığı yapmıştır. Hicri 1045’te Enderun’u Hümayun’a alınmıştır.
Saraydan sipahi olarak çıktıktan sonra çeşitli vesilelerle turlarına başlamış ve seyahatlerini dah çok dönemin ünlü vezirlerinin yardımıyla yapmıştır. Çelebi bir gece rüyasında Hazreti Peygamberi görmüş ve o da Çelebi’ye “Şefaat ettim, sıhhat ve selametede seyahat et” buyurmuştur. Evliya Çelebi bu rüyayı gördükten sonra doğruca rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye koşmuş ve şu cevabı almıştır. “Cihanı dolaşarak bir seyyah olacaksın.”